Metropol Beyaz Yakalısının Ortak Standardı: Bi Hobisinin Olmaması!
Bu aralar pek moda! İş dünyasını takip eden dergiler para piyasalarını, strateji modellerini, yaklaşan trendleri bıraktı CEO’ların, COO’ların hobilerini anlatan yazı dizilerinin, röportajların peşine düştü. Ya tenis kortunda, ya kayakta, ya da bir yelkenlideki fotoğraflarıyla izliyoruz C seviyesi tepe yöneticilerimizi dergilerde…
Hâl böyle olunca, anlıyorum ki kişisel gelişim sektörü de boş durmayıp bu trende kayıtsız kalmamak için elinden geleni yapmış. Bugün hangi koçluk seansına kulak kabartsanız, hangi mentorluk görüşmesinin kapısını aralasanız, hangi TED konuşma videosuna baksanız açılış tavsiyesi “kendine bi’ hobi edin”!
Harvard Business Review, bu ayki sayısında bir Ernst & Young araştırmasına yer vermiş ve 4 kıtada 400 kadın liderin spor geçmişlerinin kariyerlerine etkisini sorgulamış. Sonuçlar ilginç! C seviyesindeki kadınlar arasında üniversitedeyken aktif spor yapanların oranı %50’nin üzerinde, hiç spor yapmayanlar ise sadece %3.
Chief Executive’ler Kendini Kurtarmış. Peki Ya Diğerleri?
Geçenlerde katıldığım ‘business networking’ başlıklı bir sunumun sonunda, salondaki katılımcıları hem tanıştırmak hem de kaynaştırmak için, birbirlerine hobisinin ve hayalinin ne olduğunu söyledikleri bir seans yapıldı. Oradaki 30’a yakın beyaz yakalı çalışma arkadaşımla bu seansı bitirdiğimde sonuç tüm açıklığıyla karşımda duruyordu. Lâfı dolandırmadan söyleyeyim: Durum çok vahim!
Bir çoğunun daha bir kaç göbek önceki ailesi, köyündeki, kasabasındaki müstakil evinde yaşarken; kalkıp şehirlere göçmüş olan metropol gençleri arasındaki en popüler hayâlin, emekli olup tekrar kırsala yerleşmek olmasındaki ironiyi bi tarafa bırakıyorum -o başka bi yazının konusu- aynı kitlenin en popüler hobisinin “bir hobisinin olmaması” olduğunu görmek gerçekten acı oldu. Bi’ hobileri yok çünkü çok çalışıyorlar, bir de çocuk varsa bütün vaktini alıyor!
Bana bu sebepleri sıralayan arkadaşları iki omzundan tutup ileri geri sallayarak ‘dostum kendine gel’ dediğim sahne gözümün önünde belirirken, karşımdaki konuşmasına devam ediyor: “-trafik de çok, eve çok geç varıyo….” derken göz bebeklerim küçülüyor, ufka odaklanıp yine onu bi ileri, bi geri sarstığım paralel evrene geri dönüyorum.
Teşhisi koyup tedaviyi söylemeden kaçmak adetim olmadığından, tam da yazının sürç-i lisan ettiysek affola kısmında, sözlerimi gençler için naçizane bir tavsiyeyle tamamlamak isterim: Hani canınız biraz sıkıldığında, kendi kendinizeyken ve ne yapacağınızı bilemediğinizde kafanızı dağıtmak için uğraştığınız o şeyler var ya? Evet evet, hani o gitarınıza uzandığınız an, elinize kalem alıp yazmaya veya çiziktirmeye başladığınız ya da spor yaptığınızda kendinizi iyi hissettiğiniz anlar… Sevgili gençler, işte o anlarınıza iyice ve sıkı sıkıya sarılın. Çünkü yarın ruhunuzu iş dışındaki konularla da besleyebilmek için bu kaçamaklara çok ihtiyacınız olacak.
Peki, “ya artık ben o treni kaçırdım” diyen ve “bu yazıya konu olan hobisiz beyaz yakalılardan biriysem n’apıcam?” diyen varsa aranızda: İyi tarafından bakarsanız, bu yazı en azından yalnız olmadığınızı anlatıyor. Ve hiçbir şey için çok geç değil!