Değişimin Lideri Siz Olun
Gözlerinizi kapayın, sizi yolculuğa çıkarıyorum.
İki bin yıl geriye gidelim, o dönemdeki insanların hayat tarzını, seyahat araçlarını, geçim kaynaklarını, en güçlü silahların teknolojik seviyesini, uyuma-uyanma zamanlarını ve tedavi yöntemlerini hayalimizde canlandıralım. Şimdi zaman yolculuğu ile M.S. 1850 yılına gelelim. Aynı şekilde insanların hayat biçimlerini tekrar zihnimizde canlandıralım. Nasıl bir değişim görüyorsunuz?
Bu kez sizi 1850 değil sadece 150 yıllık ileri doğru bir yolculukla 1850-2000 yılları arasındaki değişimi fark etmeye davet ediyorum. Otomobiller, uçaklar, elektriğin aydınlatmada kullanılması, sanayi devrimi, finans sektöründeki ürün çeşitliliği, şehirleşme, bilgisayarlar, mesleklerin çeşitlenmesi, uzaya yolculuk, organ nakli, genetik kopyalama, internet…
İnsanlık tarihinin hiçbir döneminde son yüz elli yıldaki değişim gibisi yaşanmadı. Üstelik değişimin ivmesi artarak devam ediyor.
İş hayatına da yansıyan bu hızlı değişimin insanlar üzerindeki psikolojik etkisine işletme gözü ile bakmayı deneyelim. Çalışanların çoğunluğu işletmelerdeki yeniden yapılanma, değişim dönemlerinin başlarında değişime itiraz edip direnç gösterirler. Peki neden böyle olur?
Stres araştırmaları, çocuk sahibi olmak, evlenmek, terfi etmek gibi olumlu değişikliklerin bile stres oluşturduğunu gösteriyor. Yani değişim olumlu bile olsa her değişiklik yeni bir bilinmezlik ve bilinmeze uyum sağlama gerektirdiğinden kaygı yaratıyor. Bu otomatik tepki kaynağını en temel içgüdüden alır: Hayatta kalabilmek
İnsan ölümlülüğünün farkında olduğundan en temelde GÜVEN duygusu arar. İnsan psikolojisini alt üst eden duygu ise kaygıdır. Kaygıyı bilinmezlikle karşı karşıya olduğumuzda yaşarız. Bilinen güvenlidir, konfor alanımızdadır. Bildiğimiz kültür ve iş modelleri, tanıdığımız yaşam tarzı ve toplum içinde VARız. Oysa her yeni durum bir değişikliktir ve değişiklikliğinin ne getireceğini bilemeyiz, ufuk net değildir. Yaşanan duygu, belki de yeniye uyum sağlayamam ve YOK olurum kaygısıdır. Halk arasındaki “Güçlü olan hayatta kalır” yaygın söyleminin aksine çöp sineği, solucan gibi hayvanlar hayattayken; tarihin en güçlü varlıkları dinozorlar, filden iri mamutlar yoktur. Güçlü olan değil, değişen şartlara uyum sağlayabilenler hayatta kalır. Bugün küresel ısınmanın etkisiyle kutup ayılarının yaşadığı zorluğu bir düşünün.
İşletmelerdeki yenilikler ve yeniden yapılanmalarda da belki planlar, öngörüler, vaatler vardır ama bunlar bildiğimiz ve alıştığımız düzeni değiştirecektir. Bu durum insanı bilinçaltında kaygıya sevk eder, bildiği ve güvenli olana sığınmasına neden olur, itirazlar başlar:
“Ne gerek vardı şimdi bunlara”
“Biz 20 yıldır işleri böyle yapıyoruz bak bugünlere geldik. Bu yeniden yapılanma durduk yere akan sistemi bozacak”
“Yağmurdan kaçarken doluya tutulmayalım”
“Bunca yıldır bu kadar kişi düşünemedi şimdi bir akıllı bunlar, doğrusunu kimse bulamamış onlar düşünmüş.”
gibi ifadelerle direnç psikolojisi koridorlarda, yemekhane ve kafeteryada, sigara molalarında diğerlerine de yayılmaya çalışılır. İnsanlar sayıca çokluğu güvenlik ve onaylanma olarak algılarlar. Bu yüzden kişi kendi fikrinin propagandasını yapar. Ne kadar çok kişi onun gibiyse o kadar çok onaylanmış hisseder ve kendi içindeki şüpheleri “haklıyım, pek çok akıl benim gibi düşünüyor, bu kadar kişi yanılmış olamaz” diye yatıştırıp iç huzura ulaşmaya çalışır.
Yukarıdaki gibi psikolojik mekanizmalarla bazen kendi gelişim prangalarımızı kendimiz takar, direnenlere katılırız. Her değişimin iyi sonuç vermeyebileceği bir gerçektir. Ancak bir başka gerçek de tarihin değişimi anlamaya çalışmadan direnen kitlelerle dolu olduğudur.
Eğer sadece eskiler bilseydi, bir çok kişinin bulamadığını yeni bir akıl bulmuş olmasaydı hala mağarada yaşıyor, kağnı arabasıyla seyahat ediyor, telekomünikasyon sistemleri yerine güvercinlerle haberleşiyor olurduk.
Eğer sadece çoğunluk haklı olsaydı, bugün dünyayı hala düz bilirdik. Galileo Galilei de başlangıçta tekti. Dünyayı değiştiren pek çok hamle ilk başta azınlık hatta bazen tek kişi ile başlatılmıştır.
Gelişim yolundaki değişime direnç çoğunlukla zaman ve enerji kaybına yol açtıktan sonra direnenlerin de silinmesiyle gerçekleşmiştir. Tarih, değişime ayak direyenleri değil onlara rağmen değişim sürecini başarıyla tamamlayanları yazar.
Günümüzde her şey çok hızlı değişiyor: müşteriler, ürünler, teknoloji, iş yapış sistemleri vb. Bu kadar değişimin stres oluşturması ve güven ihtiyacı nedeniyle dirençle karşılaşması doğal bir tepki. Ancak, bu hızlı değişim karşısında dirençle değil adaptasyonla ayakta kalabiliriz. Bunun en önemli ilacı da direnmeden önce değişimi anlamaya çalışmak, yöneticilerin de çalışanlara değişin demeden önce değişimi gerekleri ve götüreceği vizyonla birlikte anlatmasıdır.
Değişim ivmesinin insanlık tarihinin en üst düzeyinde olduğu bir dönemde yaşayanlar olarak değişime uyum becerisi göstermek zorundayız, ancak bu sayede oyunda kalabiliriz.
Oyunda kalmaktan öte oyunun lideri mi olmak istiyorsunuz? O zaman DEĞİŞİMİ BAŞLATAN siz olun.