Müge Arslan'ın İnsan Kaynakları Günlüğü Menü

Kalıcı Başlantı:

Uzmanlaşırken Yabancılaşmak

YabancılaşmaMarx, iki tür yabancılaşmadan bahseder: İnsanın doğadan koparak yabancılaşması ve bizzat kendi doğasına yabancılaşması.

Hem siyasi hem de felsefi bir konudur yabancılaşma. Merak etmeyin biz bu konulara fazla girmeyip kıyısından döneceğiz. Burada kavrama olan etkisinden yararlanmak için atıfta bulunuyoruz yalnızca.

Bizim konumuz, İşimize odaklanırken, işimizdeki verimi arttırırken, detaylara hakim olup “o işin en iyisi” olurken, diğer disiplinlere yabancılaşmaktır.

Bir konuda eğitim alırsınız. O konuyla ilgili makaleler, kitaplar okursunuz. Mümkün olan tüm eğitimleri alır, ilgili filmleri izlersiniz. Mesleğiniz olur o konu. Dünyayı incelersiniz, hatta dünyanız olur mesleğiniz. Çevrenizdeki insanların saygısını kazanırsınız, size danışırlar, gururlanırsınız. Önemli yazılarınız, makaleleriniz vardır. Dünyada çok “in” bir konudur, önemlidir, elittir…

Derken bir yolculukta yan koltuktaki Beyefendi sorar:

– Ne diyorsunuz falanca ülkedeki şu habere?

– Valla benim alanım değil!

 

– Kant?

– Çok bilmiyorum açıkçası

 

– Şu kutsal kitabı okudunuz mu?

– Ben din konusunu pek şey etmem

– Ama uçak sallanınca dua ettiniz sanki?

– …

 

– İlk yardım bilen var mı??!

– …

 

– Ne diyorsun Başbakan’a?

– Ben siyasetle ilgilenmiyorum.

– …

 

– Büyüme yavaşlamış ülkede.

– Doğrudur. Ben ekonomiden anlamam pek.

– Neden anlarsın arkadaşım sen?

– …

 

Durumumuz bu kadar vahim olmayabilir, belki de o kadar vahimdir…

Uzmanlaşmaya itirazımız yok, olamaz da.  Ama unutmayalım ki Rönesans döneminde insanlar hem hekim hem sanatçı hem filozof hem de  matematikçiydiler.

Thales, düşünürdü ama ilk Opsiyon İşlemini yaptı. Platon özel bilgilere sahip bir rahipti ama Akademi’yi kurdu. Leonardo sanatçıydı ama mühendisti. Newton bir bilim adamıydı ama İngiliz Merkez Bankası Darphanesinin müdürüydü…

Örnekleri çoğaltmak mümkün. En iyiler asla bir konuya saplanmadılar. O konuyu elbette çok iyi biliyorlardı ama diğer pek çok konuyu da biliyorlardı. Birden fazla konuda –hadi “en iyi” demeyim ama- “çok iyi” olabilirsiniz.

Ekonomist ve Finansçıların teorilerinde insanı unuttukları fark edilince “Davranışsal Finans” bilimi doğdu. Zira “Sokaktaki insan” , “Kitaptaki İnsan” dan farklı olarak hiç de rasyonel olmayan kararlar veriyordu. Fizik bir süre sonra atom altını keşfetti ve kendine çeki düzen verdi. Kilise zaman içinde bilimi kabullendi.

Sanırım biz de kabullenmeliyiz. Pek çok konu birlikte hareket ediyor. Tüm disiplinler entegre.

Günümüzde:

– Finansal Matematik bilmeden kredi kullanmanız,

– Şirketinizin bütçesini bilmeden işe alımda ücret teklif etmeniz,

– Muhasebenin en temel ilkelerini bilmeden, maliyetler konusunu dikkate almanız,

– Ülke ekonomisini genel hatlarını bilmeden planlama yapmanız,

– Bilanço ve Gelir Tablosunun ne ifade ettiğini bilmeden üst yönetimde olmanız,

– Nakit ile kar arasındaki farkı bilmeden yönetici olmanız,

– İşe alım sürecinde, kurumunuzun finansal hedeflerinden haberdar olmamanız.

İyi olur mu? Olabilir. Ama gelin Şairden alıntı yapalım:

Bunlarsız da yaşarsınız. Ama bunlarla daha güzel yaşarsınız…

Dr. Hakan ÖzerolHakan Özerol

  • Yorum yapmak istediğiniz için teşekkürler, lütfen duyarlı olalım. HTML olarak strong, code and a href kullanılabilir.

    Yorumlar onaylandıktan sonra yayınlanacaktır.

TAYBO.NET